PROJE HAKKINDA

PROJE EKİBİ

PROJENİN YAZARI

PROJENİN YÖNETMENİ

PROJENİN SENARİSTİ

PROJENİN YAPISI

MEDENİYETLERİN SERÜVENİ

Çağdaş uygarlık bir bütündür, uzun bir sürecin ve zengin bir birikimin ürünüdür. İnsanlığın başlangıcından beri akıp gelen bu görkemli ırmak, yalnızca bir toplumun, bir kültürün ya da bir dinin eseri değil, bütün insanlığın ortak katkılarının mahsulüdür. Her din, toplum ve kültür kendi imkanları ölçüsünde bu sürece ve bu bütünün oluşmasına az veya çok katkıda bulunmuştur.

Mezopotamya’dan kalkan uygarlık kervanı, Mısır, Akdeniz çevresi, İran ve Hindistan üzerinden dönüp Anadolu’ya gelmiş, oradan da Yunan adalarına geçmiştir. Büyük İskender’in Hindistan seferi ile yeni bir sentez oluşturan Doğu ve Batı düşünceleri Helenistik dönem boyunca egemenliğini sürdürmüştür. Daha sonra Yahudi ve Hıristiyan geleneğinin de katılımıyla zenginleşerek İslam dünyasına intikal etmiştir.

Tek tanrıcı iki büyük dinin (Yahudilik ve Hıristiyanlık) dayandığı temel ilkeleri sürdürmeyi amaçlayan İslam dini, geleneksel “Hikmet” prensibinden hareketle mensubu bulunan Müslümanları, insanlığın bütün evrensel mirasına sahip çıkmaya teşvik etmiştir. Bu temel espriyle yola çıkan Müslümanlar, Sekizinci yüz yıldan itibaren eski Mısır, Mezopotamya, Hint, İran, Orta Asya ve Grek dünyasının bilim ve düşünce mahsullerini İslam dünyasının ortak bilim ve kültür dili olan Arapça’ya aktarmışlardır. Böylece oluşan özgün İslam bilim ve düşüncesine dayalı yeni uygarlık anlayışı, uzun asırlar sürüp giden evrensel uygarlık kervanının öncü gücü olmuştur.

RÖNESANS VE AYDINLANMA

Bu uygarlığın özgün ürünleri, On ikinci yüz yıldan itibaren Arapça’dan Latince’ye ve İbranice’ye çevirilerek Batı Avrupa’ya aktarılmıştır. Böylece yeni bir dinamizm kazanan Latin dünyası, başlattığı hızlı gelişimini sürdürerek yeniden doğuşunu (Rönesans) ve yeniden şekillenişini (Reform) tamamlamıştır.

Bu sayede Batı dünyası, yavaş adımlarla ilerlemekte olan uygarlık kervanını hızlandırarak ona yepyeni bir ruh getirmiş ve yeni yönelimler kazandırmıştır. Bu yönelimler, On yedinci yüz yılda Modern düşüncenin doğmasını sağlamış, Modern düşünce Aydınlanmayı, Aydınlanma da On dokuz ve Yirminci yüz yıldaki, entelektüel, bilimsel, teknik ve kültürel oluşumları şekillendirmiştir.

İSLAM VE BATI MEDENİYETLERİ

Tarihsel perspektiften bakılınca, İslâm medeniyeti ile Batı medeniyetinin, kökleri aynı ortak ataya dayanan iki ailenin farklı kolları olduğu görülecektir. Çünkü her iki uygarlık da peygamberlik temelli Tek Tanrıcı geleneği sürdürmekte ve ortak ata sayılan Hz. İbrâhîm’in mirasını paylaşmaktadır.

Diğer taraftan medeniyet, insanın ortaya koyduğu her türlü yapıp-etmeleri, bilim, teknik, sanat, estetik güzellikleri sinesinde barındırır. İnsanın kendisine ve başkasına bakış tarzının ve ilişki şeklinin, değerler ve idealler topluluğunun bütünü ve insanlığın asırlar içerisinde oluşan deneyimlerinin hülâsası, her alandaki kazanımlarının ve başarılarının özüdür.

Uygarlığın gelişimini, indirgemeci, monolitik ve Avrupa merkezli bir yaklaşımla tek bir bölgeye, tek bir kültüre, tek bir dine, tek bir ırka, tek bir millete ve tek bir topluma mal etmek gerçekçi olmaz.

ÇAĞDAŞ UYGARLIK

Çağdaş uygarlığın ve onun dayandığı temel değerlerin oluşumunda, dünyanın diğer topluluklarının, kültürlerinin, dinlerinin ve bölgelerinin yanı sıra, hatta bazılarından çok daha fazla, Ortadoğu’nun, Müslümanların ve Türklerin büyük katkıları olmuştur.

Müslümanlar, Arap çöllerinden kalkarak Asya, Afrika ve Avrupa içlerine doğru ilerlemişler, daha önce buralarda kurulu bulunan uygarlık birikimlerini de özümseyerek Irak, İran, Orta Asya, Hint Alt Kıtası, Anadolu, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika ve İspanya’da kendilerine özgü bir uygarlık geliştirmişlerdir.

Keza Orta Asya steplerinden kalkan Türk boyları, Doğu ve Batı yönlerinde ilerleyerek Çin ve İran kültürlerini içselleştirmiş ve kendilerine özgü bir kültür ve uygarlık kurmuşlardı. İslam dinini kabul ettikten sonra da İran, Irak üzerinden Anadolu topraklarına gelmişler, buradan Suriye, Mısır ve Balkanlar üzerinden Avrupa’ya doğru ilerlemişler ve Akdeniz’in iki yakasına egemen olmuşlardı. Özellikle uygulamaya koydukları çoğulcu yaklaşımla uzun asırlar boyunca yirminin üzerinde din, dil ve ırka mensup insanın barış, sevgi, huzur ve dostluk içinde birlikte ve bir arada yaşamalarını sağlamanın yollarını bulmuşlardı.

Türklerin, eski medeniyetlerin merkezi olan bölgelere yerleşmeleriyle birlikte oluşmaya başlayan yeni bir uygarlık konsepti, Ön Asya, Küçük Asya, Akdeniz ve Balkanlar’da adeta bir sevgi, barış ve hoşgörü çemberi oluşturmuştur. Daha sonra Viyana önlerine kadar ilerleyen Osman oğulları, bu anlayışı, uzun soluklu bir pakt haline (Pacta Ottomana) dönüştürmeyi başarmışlardır.

On sekizinci yüz yılda başlayan modernleşme çabaları, On dokuzuncu yüz yılda yeni ve köklü reformlarla devam etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra büyük Atatürk’ün önderliğinde gerçekleştirilen İstiklal Savaşı’nın ardından kurulan genç ve dinamik Türkiye Cumhuriyeti büyük bir kalkınma hamlesi başlatmıştır. Bunun yanı sıra gerçekleştirilen devrimlerle köklü bir modernleşme ve aydınlanma projesi hayata geçirilmiştir. İkinci Cihan savaşından sonra çok partili demokratik hayata geçiş ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti, kendi tarihinden ve kültüründen kopmaksızın çağdaş dünya ile bütünleşme hedefini devam ettirmiştir.

Görülüyor ki Türkiye’nin Avrupa Birliğine girişi, hem dini, tarihi ve kültürel bağlarla bağlı bulunduğu İslam dünyası, hem yakın akrabaları olan Türk dünyası, hem de yaklaşık dokuz yüz yıldır aynı coğrafyayı paylaştığı Avrupa için büyük önem ifade etmektedir.

PROJENİN HEDEFLERİ

Ne yazık ki dünyamızda, sevgi, hoşgörü ve barış gibi evrensel değerleri egemen kılarak uygarlığın geliştirilmesinden yana olanlarla; nefret, düşmanlık ve savaştan yana olanlar arasında büyük bir yarış ve mücadele sürüp gitmektedir. Bu durum, tabiatıyla gittikçe büyüyen ve insanlığın geleceğini tehdit eden çok tehlikeli parçalanmalara, bölünmelere, sürtüşmelere ve çatışmalara neden olmaktadır.

Öte yandan, bu düşmanlıklardan ve çatışmalardan menfaat elde etmeye çalışan istismarcı bir grup var. Bunlar her ülkede, her kültürde ve her coğrafyada farklı şekillerde, değişik tezlerle ortaya çıkıyorlar. Geçmişin derinliklerinde kalmış tarihi düşmanlıkları yeniden ortaya çıkarmakta, küllenmeye yüz tutmuş yaraları kaşıyıp kanatmakta yarar görüyorlar.

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDAN MEDENİYETLER İTTİFAKINA

Şüphesiz ki insanlığı felakete sürükleyecek olan bu kötü gidişi önleyebilmenin en etkili yolu çatışma kültürünü yaygınlaştırmak isteyen “Medeniyetler çatışması” anlayışına karşı, Türkiye’nin öncülük ettiği “Medeniyetler ittifakı” projesidir.

Bu projenin Türkiye tarafından önerilmiş olması önemlidir. Zira Türkler, tarih boyunca egemen oldukları topraklarda yaşayan insanların, etnik yapılarına, dillerine, dinlerine ve kültürlerine müdahale etmeden asırlarca barış ve hoş görü içinde birlikte ve bir arada yaşmalarını sağlayarak uygarlık tarihinde çoğulculuğun güzel örneklerini sergilemişlerdir. Batı’ya doğru akan nehir projesi, işte bu tarihi macerayı, üç bin beş yüz yıllık Batı’ya doğru bitmeyen koşuyu, ana kaynaklara inerek, orijinal belgelere dayanarak ve evrensel dilin yanı sıra çağdaş teknolojiyi de kullanarak anlatmaya çalışmaktadır.

Bu projenin gerçekleştirilmesindeki temel amaçlardan birisi de Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkisinin tek taraflı bir ilişki olmadığını ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesiyle, Avrupa’nın sahip bulunmadığı pek çok uygarlık değerini de Avrupa’ya taşıyacağını objektif bir dille anlatmaktır. Türkler, bugün değil, yaklaşık 900 yıldır Avrupa’da bulunmaktadırlar ve Kıta’nın şekillenmesinde de önemli roller üstlenmişlerdir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa Birliği içerisinde yer aldığı takdirde, hem Türk dünyasıyla, hem de İslam dünyasıyla Avrupa Birliği arasında önemli bir köprü vazifesi görecektir.

Batı’ya doğru akan nehir projesi, işte bu anlayış, yaklaşım ve gerekçelerle hazırlanmıştır.